Efendi Hazretlerinin 1981 yılında lutfettikleri bu terceme-i hâl, Aşk Yolu Vuslat Tarîki adlı eserinin İngilizce nüshasında (The Unveiling of Love) yayınlanmışdır.
TERCEME-İ HÂL (OTOBİYOGRAFİ - 1981)
Annem Hâcce Ayşe Hanım beni 1916 (Hicri 1332) senesinde dünyaya getirdi. Doğum yerim Karagümrük semtindeki Cerrâhî Tekkesinin yakınındaki evimizdir.
Babam Konyalı Hacı Mehmed Efendi ulemadan olup Abdülhamid Han zamanında "huzur hocası" idi. Ailemizde askeriye mesleğine intisab eden birçok nesilden sonra Babam ilmiye mesleğine intisab eden ilk kişidir. İki amcam Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa'nın sancaktarlığını yapmışlardır. Amcalarımdan biri sancağın düşman eline geçmemesi için gösterdiği cesaret ve kahramanlıktan ötürü paşalığa terfi etmiştir. Bu amcam daha sonraki bir muharebede yaralanmış ve Ruslara esir düşmüştür. Fakat esaretten kurtulduktan sonra ölünceye kadar Osmanlı ordusunda paşa rütbesiyle görev yapmıştır. Diğer amcam Bekir Efendi Plevne'de şehid düşmüştür.
Babamın ailesi köklü bir aile olup, iki kola ayrılır : Cebecioğulları ve Başağaoğulları. Babam ailenin askerlik geleneğini bozarak Süleymaniye'deki Kurşunlu Medrese'de tahsil görmüştür. Sonra o zamanlar Osmanlı'ya bağlı olan Şumnu'daki bir medreseye tayin oldu ve orada Annem Ayşe Hanım ile evlendi.
Annem Yanbolu kasabasındaki Halvetî (Cerrâhî) Şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'nin torunudur. Annemin babası Karadeniz Ereğli'sinden Kaptan İbrahim Ağa'dır. Sultan 2.Mahmud (Adlî) zamanında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümayûn'da tahsil görmüşdür. Bulgaristan tarafına bir seyahati sırasında hastalanınca tedavi maksadıyla Yanbolu Tekkesine gitmiş ve bu şekilde Şeyh Hüseyin Efendi ile tanışmış ve Şeyh Efendi'nin kızı ile evlenerek tekkeye intisab etmiştir.Seyyid Hüseyin Efendi Yanbolu sancakbeyinin de kardeşidir.
Balkanlar 1878 (Hicri 1293) yılında elden çıkınca geride kalan aile fertleri İstanbul'a taşınmışlar ve babam Saray-ı Hümayun'da vazife almıştır. Babamın ataları Kayı boyunun Kızılkeçili kolundandır. Annemin ailesi olan Ozak'lar ise İmâm-ı Ali neslinden gelen seyyidlerdir.
Babam Mehmed Efendi ben daha altı aylık iken üzücü bir şekilde vefat etmiştir. Ağabeyim Murad Reis birçok akrabamızın şehid olduğu 1.Dünya Savaşı'ndan sağ salim çıkmış fakat işgal kuvvetleri tarafından bir Cuma günü İstanbul'da şehid edilmiştir. Annem, kız kardeşim ve savaş sırasında yetim kalan iki küçük yeğenimle başbaşa kaldım. Fakir ve çaresiz kalmıştık.
5-6 yaşlarında iken babamın sınıf arkadaşı ve Kâdiriyye, Nakşiyye, Uşşâkiyye ve Halvetiyye tarikatlerinden icâzetli Seyyid Şeyh Abdurrahman Sâmî Saruhânî Hazretleri beni himayesine aldı ve 12 yıl boyunca kendisinden istifade ettim. Bu zaman zarfında ilkokulu bitirdim ve orta okulun 2.sınıfında iken şeyhim rahmet-i Rahman'a kavuştu. Bu zat bana babam kadar sevgili idi. Bu arada Kuran'ı hıfza çalışıyordum ve büyük bir kısmını hıfzetmiş idim. Hıfzımı Fatih Camii'nin baş imamı Mehmed Râsim Efendi'den ikmal ettim. Takip eden sekiz sene Arnavut Hüsrev Efendi'nin hadis ve fıkıh derslerine devam ettim. Fakirlik sebebiyle gündüzleri çalışmak mecburiyetinde kaldım ancak akşamları "Ayaklı Kütüphane" diye şöhret bulan Gümülcineli Mustafa Efendi'nin derslerine devam ettim.
Bu arada müezzinlik imtihanını kazandım ve müezzin olarak sırasıyla Ali Yazıcı, Soğanağa ve Karagümrük Kefeli Camilerinde vazife yaptım. Kefeli Camii'ndeki vazifem sırasında bu caminin imamı olan Şâkir Efendi'den sahaflık öğrendim. Daha sonra arka tarafında Sahaflar Çarşısı'nın bulunduğu Bayezid Camii'ne tayin oldum.
Bayezid Camii'nde vazife yaparken Bakırköy İmamı Hâfız İsmail Hakkı Efendi ile tanıştım. Zekâî Dede'nin mahdumu Eyüplü Hâfız Ahmed Bey'in talebesi olan bu zât benim sesimi ve tavrımı çok beğendi ve bana birçok ilahi, kaside, durak, mevlid, mersiye gibi dini musıki eserleri talim etti. İsmail Hakkı Efendi bana o kadar düşkündü ki, beni yakın akrabasından, bir okulda öğretmen olarak vazife yapan Gülsüm Hanım ile evlendirdi. Böylece onun ailesine dahil oldum ve eşimin Süleymaniye'deki evine taşındım. Bilâhire Vezneciler'deki Camcı Ali Camii'ne İmam olarak tayin oldum ve Süleymaniye Camii'nde 23 yıl her ramazan fahri olarak imamet yaptım. Vazife yaptığım cami yıkılınca Kapalı Çarşı'daki camiye imam olarak tayin edildim.
Bu camide minber olmadığından, yani Cuma namazı kılınamadığı için yakındaki harap bir caminin cemaatin yardımıyla inşa edilmesi ve cemaatin ısrarları üzerine Cuma namazlarını orada kıldırdım. Bu restore edilen cami, Camili Han olarak bilinir. Halen emekli olmama rağmen hala orada Cuma namazlarını kıldırıyor ve fahri olarak hutbe okuyorum.
Hâl-i hazırda dünyanın her tarafından gelenlerce ziyaret edilen büyük bir kitabevinin sahibiyim . Askerliğimden önce Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki meşhur hocalardan Hacı Kâmil Efendi, Hacı Nûri Efendi ve Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey'lerden hat ve tezhib dersleri aldığım için yazma eserler hususunda bilgili olduğumu söyleyebilirim. Tabii kitap ticaretinde 42 yıllık tecrübemin de bunda payı var.
İlk evliliğim yirmi yıl sürdü fakat hiç evladım olmadı. İlk eşimin vefatından sonra ikinci defa evlendim ve bir kız ve bir erkek çocuğu sahibi oldum.
Onbir defa Hacca gittim. Irak'a altı defa, Suriye ve Filistin'e sekiz defa, Mısır'a üç defa seyahat ettim. Bütün bu beldelerde birçok sûfî ve şeyh ile tanıştım. İstanbul'da ve Türkiye'nin başka şehirlerinde de birçok şeyh ile tanıştım, dostluklarından lezzet aldım, fikirlerinden ve bilgilerinden istifade ettim.
Fakat tanıdığım bu kadar kıymetli zevat arasında en çok istifade ettiğim zat ilk şeyhim ve koruyucum olan Şeyh Sâmî Saruhânî Uşşâkî Halvetî'dir. Bu kudsi insan Fıkıh ve Tasavvuf üzerine Türkçe ve Arapça yirmiden fazla eser kaleme almıştır. Bunların tamamı yayınlanmıştır. Kimya, Simya ve Bitkilerle Tedavi konularında yayınlanmayan birçok eseri olduğunu da biliyorum. İstanbul'un büyük bir kısmını harap eden bir yangında bu eserler yok olmuştur. Kimya ve Simya ilimlerine dair bazı eserlerini de, kötü niyetli insanların eline geçer korkusuyla bizzat kendisi imha etmiştir. Çocukluğumun çoğunu beraber geçirdiğim bu müstesna insan, asaleti, güzel ahlakı, cömertliği, cesareti, samimiyeti ve tevazuu sebebiyle herkes tarafından sevilen ve sayılan bir zat idi.
Gençliğimde karşılaştığım bir sonraki mürşidim Halvetiyyenin Şabaniyye kolundan Seyyid Şeyh Ahmed Tâhir Marâşî hazretleridir. Bu zatın ihtisası Şeyh İbn Arabî olup, kendisinden Futûhat-ı Mekkiyye ve Fusûs okudum. Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendi ve Âtıf Hoca'dan tefsir dersleri aldım. Ayrıca Hacı Abdülhakîm Arvâsî Efendi'nin ve Şeyh Şefîk Efendi'nin derslerine devam ettim. Bütün bu müstesna hocalardan aldığım feyz ile 30 yıl boyunca Sultan Ahmed, Yeni Cami, Nuruosmaniye, Bayezid, Laleli, Valide Sultan, Fatih, Eyüp, Koca Mustafa Paşa ve Süleymaniye de dahil olmak üzere İstanbul'un 42 camisinde kalabalık cemaatlere vaz ü nasihat ettim.
Gençliğimde Ayasofya'da Tefsir dersi alırken bir rüya gördüm. Rüyamda Resûl-i Ekrem efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) İmâm-ı Ali (kerremallahu vecheh) efendimiz tarafından yedilen devesi üzerinde gidiyordu. İmâm-ı Ali efendimizin diğer elinde meşhur kılıcı iki uçlu Zülfikar vardı. Resûlullah bana hitab ederek "Müslüman mısın?" diye sordular. Ben "evet" deyince bana "İslam için başını verir misin?" diye sordular. Ben tekrar "evet" deyince İmâm-ı Ali efendimize başımı islam adına kesmesini emrettiler. İmâm-ı Ali efendimiz başımı uzatmamı istedi ve bütün gücüyle kılıcını vurarak başımı gövdemden ayırdı. Dehşet içinde uyandım. Sabah Kuran Hocamı gördüğümde rüyamı ona anlattım ve babamın kim olduğunu anlattım. Babamın yakın arkadaşı olduğunu biliyordum fakat bundan hiç bahsetmemişdim. Başını salladı ve "Demek sen benim sürgün arkadaşımın oğlusun öyle mi" dedi. Babam ve Hocam İttihat ve Terakki tarafından Sinop'a sürgün edilen 700 kadar meşâyih ve ulemâ arasında idiler. Bu kıymetli zevatın sürgünleri 1. Dünya Savaşına yani 1914 yılına kadar sürmüştür. Hocam rüyamın tabirinde "İmâm-ı Ali'ye bağlı bir tarikata dahil olacağımı ve o tarîkin şeyhi olacağımı" beyan ettiler.
Bu hadiseden yıllar sonra, Bayezid Camii yanındaki Sahaflar Çarşısı'nda dükkan açtıktan ve tanınan bir imam ve vaiz olduktan sonra bir rüya daha gördüm. Üsküdarla Topkapı Sarayı arasında Boğazın ortasında küçük bir yelkenlideyim ancak teknenin yelkenleri yırtık ve direği kırık. Müthiş bir fırtına esmekte. Bir zat bana bir kağıt uzatıyor ve bu sıkıntıdan kurtulmak için kağıtta yazılanı okumamı söylüyor. Ertesi gün dükkanıma geldiğimde rüyamda bana kağıt veren zâtı dükkanın önünden geçerken gördüm ancak kendisiyle konuşmaya cesaret edemedim. Birkaç gün sonra yine aynı zâtı rüyamda gördüm, rüyamda yolun diğer tarafında yürüyor ve bastonu ile bana işaret ediyordu. Sabah hayretle bu zâtı tekrar dükkanımın önünden geçerken gördüm. Bu rüyalarda manevi bir işaret olduğunu anladım fakat bir teşebbüsde bulunmadım. Kısa bir sure sonra yine aynı zâtı rüyamda gördüm. Bu defa bana öyle kuvvetli sarıldı ki kemiklerim kırılıyor zannettim. Sonra beni bıraktı ve Halvetî tâcını tutarak başıma koydu. Yedi gök sanki başıma yüklenmişdi.
Sabah dükkanıma geldiğimde, bu zâtı elinde bastonu yürürken gördüm ve kendi kendime "Bu işte bir sır ve manevi işaret var ancak ben bu zata müracaat etmeyeceğim, o bana gelsin" dedim. Gözümle takip ettim, yürüdü, yürüdü ve birden durdu ve gelip benim dükkanımın önünde durdu, başını kapıdan uzatıp "beni üç kere gördün, ne zaman iman edeceksin?" dedi. "Hemen şimdi" diye cevap verdim ve eline yapışıp öptüm. Bu kudsî zât Seyyid Şeyh Ahmed Tâhir Marâşî Hazretleri idi. Kendisi Halvetî-Şabanî şeyhi idi. Onun dervişi oldum. Her gün dükkanıma gelirdi. Bazı günler konuşur bazı günler sükut eder fakat her iki halde de beni irşad ederdi. Böylece 7 yıl geçti.
Bu arada efendimin arkadaşı olan ve aynı tarika bağlı Evrenoszâde Sâmî Bey ile tanıştım. Bana tarikat hırkasını giydiren odur. Bu merasimde, usulü pek bilmediğimden itiraz ederek "Efendim, sizin gibi bir zâta nasıl kıyafetimi tutturabilirim" dedimse de "sen şimdi bunun manasını kavrayamazsın" deyip tarikat hırkasını giydirdiler.
Sâmî Bey bir kadir gecesi vefat etti. Üç yıl kadar sonra Tâhir Efendi bir gün dükkanımdan çıkarken düşerek kalçasını kırdı. Ben onu kaldırmaya çalışırken "Beni mahvetmek için uğraşıyorlardı sonunda muvaffak oldular" buyurdu. Üç ay daha yaşadı. Vefatından önce ziyaret ettiğimde bana Kuşadalı'nın tâcını gösterip "Ben ölürsem Mustafa Efendi bunu muhafaza etsin" buyurdular. Mustafa Efendi halifelerinden biri idi. Bir gün beni çağırıp son isteklerini söyledi. Ertesi gün bir Cumartesi günü vefat etti. Kendisini Fatih Camii hazîresinde şeyhi Türbedar Efendi'nin yanına defnettik.
O gece "Mustafa Efendi'ye derviş olmalımıyım" diye istihâre ettim. Rüyamda, Ahmed Tâhir Efendi bana bakıp yüksek sesle gülüyordu, buna bir mana veremedim ve ikinci defa istihâre ettim. O gece rüyamda Ahmed Tâhir Efendi bana kızarak bağırıyor ve gevşeksin diyordu. Bu şartlarda Mustafa Efendi'ye derviş olamazdım ve bir müddet manevi bir işaret bekledim. Bu arada Tophâne'deki Kâdirî Tekkesini ve Kasımpaşa'daki Rıfâî Tekkesini ziyaret ediyordum. Diğer tekkeler faal değildi sadece bu iki yerde Zikrullah icra ediliyordu.
Bu meyanda Kâdirî Şeyhi Gavsi Efendi beni kendisine halife olmaya ikna etmeye çalışıyor ve Bedevî Şeyhi İsmail Efendi, Sâdî Şeyhi Cevad Efendi ve Sünbülî Şeyhi Albay Selahaddin Efendi'leri aracı olarak kullanıyordu. Ben de onlara "Vakıa şeyhim vefat etti, ama ben Halvetîyim, bu işe ben kendi kendime karar veremem, bir manevi işaret gelene kadar beklemem lazım" diye cevap verdim. "Eğer müsbet bir cevap gelirse halife olmak yerine derviş bile olmaya razıyım" dedim.
Şeyh Gavsi Efendi tazyik etmeye devam etti ve en sonunda ısrar ederek bir sonraki Cuma ki Regâib Gecesi idi, tıraş olmadan dergâha gelmemi söyledi.
O gece istihâre ettim ve rüyamda Karagümrük'deki Cerrahî Tekkesinde, yalın ayak, baş açık ve yarı çıplak vaziyette zikrullah yaptığımı ve o esnada Şeyh Seyyid Fahri Efendi'nin pencere kenarında günlük kıyafeti ve başında takkesi ile oturup, Şeyh Galib'in "Hutben okunur minber-i iklim-i bekada, Hükmün tutulur mahkeme-i ruz-i cezada, Gülbenk-i kudumün çekilir arş-ı Hüdada, Esma-i şerifin anılır arz u semada, Sen Ahmed ü Mahmud ü Muhammedsin efendim, Hakdan bize sultan-ı müeyyedsin efendim" natını okuyordu.
Uyandım, herşey âşikardı. Fakat Fahri Efendi'ye kendimi nasıl takdim edecektim? Bildiğim kadarıyla tekkesi kapalı idi. Kendisini hatırlıyordum çünkü Mustafa Efendi'den Hadis dersleri aldığım sıralarda elimden tutup beni Şeyh Efendi'ye götürmüş ve çok sofu olduğumdan şikayet etmişti. Elini öptürüp bana dua etmesini rica etmişti. Fakat aradan bunca zaman geçmişti. Birkaç kere de ramazanda iftar için evine davet edildiğimizde kendisini görmüştüm. O zaman daha çocuk yaşta idim. Şimdi ise meşhur bir vaiz olmuştum ve büyük bir cemaatim vardı. Tekkeler resmen kapalı olduğu için sûfîler gizlice buluşuyorlardı. Bu durumda neşr-i tarik edip etmediğini de bilmiyordum. Buna rağmen bir gece yatsıdan sonra evine gitmeye karar verdim, kendi kendime "Şeyhler kerem sahibidir, beni kapısından çevirmez" dedim.
Kapıyı genç bir derviş açtı, kendimi tanıttım ve Şeyh Efendi'yi görmek için izin istedim. Küçük bir odaya alındım ve Şeyh Efendi'yi yanında üç kişi olduğu halde gördüm. Beni ayağa kalkarak karşıladı ve oturmam için yer gösterdi. Tiryakisi olduğum sigarayı içmemek niyetinde iken kendisi bir tane ikram etti ve gülümseyerek "Sıkılma, iç bir de kahve al, sigarasız kahve kışın battaniyesiz yatmaya benzer" dedi ve ilave etti "Biz muhabbete saygıdan daha çok kıymet veririz" Ziyaretimin sebebini sorunca ben de Şeyh Gavsi Efendi ile aramızda geçenleri ve istihare ile gördüğüm rüyayı anlattım. Kendimden bahsettim, nerede doğduğumu, babamın kim olduğunu beyan ettim. Güldü ve "Meşhur kadınlar vaizini kim bilmez" dedi. Ben de cevaben "erkek bulsam onlara da vaz ederdim" dedim.
Dinimizde elbette kadınlarla erkekler arasında temelde bir fark yoktur. Ben zaten her iki gruba da vaz ediyordum, fakat Şeyh Efendi'nin ne kastettiğini anladım. Hakiki erkekler hiçbir şeyin kendilerini Allah'ı zikretmekten alıkoyamadığı kişilerdir. Sonra dedi ki "Gördüğün rüya bizi işaret ediyor fakat ben de bir bakayım ne işaret alacağım" Pazartesi günü gel dedi, ben de müsaade alıp ayrıldım.
O Pazartesi günü Sefer Efendi (o zaman genç bir derviş idi şimdi benim halifemdir) bir mektup getirdi, Efendi görüşmeyi Cuma gününe ertelemişti. O Cuma günü Fahri Efendi kendisine gelen müsbet cevaba istinaden beni dervişliğe kabul etti. Böylece Kâdirî tarikatında halîfe olacağıma Halvetî Cerrâhî tarikatında derviş olmayı tercih ettim. En ince detaylarına kadar dervişlik vazifelerimi yerine getirdim, haftada 2-3 defa şeyhimi ziyaret ettim. Neşeli, nüktedan, cesur, gayet zeki ve titiz bir zat idi. Rüya tabirinde üstad idi ki rüya tabiri özellike Halvetîlere verilmiş bir mevhibedir. Sohbeti gayet tatlı ve kerametleri meşhur idi. Bize muhabbet-i Resûlullah'ı tattıran ve evliyâullahın sırlarını bildiren ve herkes tarafından sevilen ve hürmet edilen bir zat idi. Herkesi kendine bağlayan ve fukarayı görüp gözeten, cömert, hayırsever ve müşfik bir zat idi.
Bazen beni kızdıracak kadar şaka yapar, sonra herkesin huzurunda benim Hz. Pîr Nûreddîn Cerrâhî tarafından davet edildiğimi ve kimsenin bana dokunamayacağını söylerdi. Sonradan öğrendiğime gore benim tekkeye gelişimden altı ay kadar önce adımı sık sık zikredermiş. Cerrâhî dervişi olduktan altı ay sonra rüyamda üç zatın beni imtihan etmek için geldiklerini gördüm.Sorulardan anladım ki ikisi imtihanı geçmemi istiyorlar üçüncüsü ise istemiyor. Bu bir imamlık imtihanıydı. Üçüncü kişiyi zaten imam olduğumu söyleyerek ikna ettim ve üçünün de tasdikiyle imtihanı geçtim. Rüyaların hemen anlatılması gerektiğini biliyordum ama çok meşgul olduğum için ertesi gün rüyamı anlatamadım. O gece üç-dört saat kadar zikrullah ile meşgul olduktan sonra yattım ve son derece çirkin ve utandırıcı bir rüya gördüm. Kalktığımda kendime kızıp "üç dört saat zikrullah ile meşgul olmanın mükafatı bu işte!" diye düşündüm.
Üçüncü gece rüyamda tekkeye gittiğimi ve dervişlerin acaip bir surette namaz kıldıklarını, doğru kıraat etmediklerini ve hareketleri doğru yapmadıklarını gördüm. Hayret içinde bahçeye çıkıp Şeyh Efendi'ye rastladım. Beni kulağımdan tutup havaya kaldırdı, diğer eli ile de sol tarafıma halı silkeler gibi vurdu. Sonra beni içi süprüntü dolu bir odaya götürdü ve dedi ki "Bu odayı temizle, bu oda senin olacak" Daha sonra rüyamda gördüğüm bu odanın baş halîfeye ait olduğunu gördüm.
Uyandığımda bu rüyanın daha önceki rüyamı Şeyh Efendi'ye anlatmadığım için bir ceza olduğunu düşündüm. Doğruca Efendi'nin evine gittim ve ilk ve son rüyalarımı anlattım, ortadaki utandığım rüyayı anlatmadım. "Ortada utandığın bir rüya olmadan bu iki rüyayı göremezsin" buyurdular. Kendisiyle yalnız kalmayı rica ettim ve çirkin rüyayı da anlattım. Böylece bana hilafet verdi.
Dokuz yıl boyunca çok yakın olduk. Vefatından bir yıl kadar önce zikrullah esnasında rahatsızlandı ve yerine beni bıraktı. Bir yıl süren hastalığı boyunca zikrullahı ben idare ettim ve yılın sonunda Şaban ayının beşinde ki İmam-ı Hasan efendimizin şehâdet günüdür, Çarşamba akşamı, 10'a 10 kala ebediyete intikal etti. Ertesi gün vasiyeti gereği gaslini ben yaptım, Sefer Baba ve Kemal Baba su döktüler. Cuma günü Fatih Camii'nde namazını kıldırdım. Binlerce seveni ile birlikte cenazeyi omuzlar üstünde tekkedeki odasına getirdik, bu odayı vefatında yedi sene once kendisi yaptırmıştı. Burada NûreddÎn Cerrâhî Hazretlerinin kurbünde defnettik. Türbesindeki duâ Meşhur Şemseddin Yeşil Efendi tarafından yapıldı.
Her ne kadar tekkeler kanunen kapatılmış da olsa, gördüğüm bir rüya üzerine, Efendi'nin irtihalinden bir gün sonra tekkenin kapılarını dost-düşman herkese açtım.
Bugün, Hz.Pir Nureddin Cerrahi'nin onbeş yıldır postneşîni olarak hâlâ Türk dervişlerime de dünyanın her tarafındaki Hak aşıklarına da talime devam ediyorum.
Ben tarikımızın kuruluşundan itibaren 19. Şeyhim ve 8. Halifeyim. Allah ve Resûlunün muhabbeti, pîrimin himmeti ve benden önceki şeyhlerin ve Efendimin ruhâniyetlerinden aldığım kuvvet ile ölünceye kadar aşıkların rehberi olmaya niyetliyim. Kanımdan sadece iki evladım var fakat manevi evlatlarımın sayısını ancak Allah bilir. Peygamberimizi rüyada görme şerefine 17 kere nail oldum. Musa, İsa, Yahya ve Hızır aleyhisselam efendilerimizi bir kere gördüm. Ebûbekir ve Ömer radıyallahu anh efendilerimizi iki kere gördüm, bir defasında ellerini de öptüm. Fâtıma vâlidemizi ve İmâm-ı Ali Efendimizi iki kere, İmam-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin Efendilerimizi de bir kere gördüm. Pîrim Nûreddîn Cerrâhi Hazretlerini de iki defa gördüm ve iltifatlarına nail oldum.
Almanya'ya altı defa, İngiltere, Hollanda ve Belçika'ya iki defa, Paris'e dört defa seyahat ettim. Bu seyahatlerde bir çok güzel ve enteresan insanla tanıştım. Ayrıca Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'a da gittim. Amerika'ya da defalarca gittim ve dervişlerimle birçok şehirde konferanslar verdim ve zikrullah yaptırdım.
Yarın ne olacağını sadece Allah bilir. Niyazım o dur ki aşıkların aşkı gün be gün ziyade ola. Tevfik Allah'dandır. |