Muzaffer Ozak
Aşki
Mühür
isim
Anasayfa
Hayatı
Mürşidleri
Eserleri
Ses Arşivi
Fotoğraf Arşivi
Video Arşivi
 

Abdurrahman Sami Saruhani Hazretleri 

ABDURRAHMAN SÂMÎ SARUHÂNÎ
Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî
1879 - 1934

Abdurrahmân Sâmî Efendi Hazretleri, 5 Mart 1879 (12 Rebiülevvel 1296) târihinde Manisa Saruhan'da dünyâya gelmişdir. Leyle-i Mevlid münâsebetiyle babasını tebrîke gelen Çöplü Dede nâmındaki bir veliyullah, "Efendim, şimdi dünyâya gelen mahdûmunuzun ismi Abdurrahmân olsun" demesiyle, babası Âsım Efendi oğluna bu ismi vermiş, kendisi de Sâmî adını ilâve etmişdir. Haremeyn vâlilerinden olan babası Âsım Efendi, urefâ-yı tarîkatdan bir zât-ı muhteremdir. Dedesi Ahmed Nûrî Efendi de meşâyihdendir. Vâlideleri cihetinden silsileleri, Seyyide Zeyneb Hazretlerine, pederleri cihetinden silsileleri de Hazret-i Ömer Efendimize ulaşır.

İlk tahsîline memleketinde başlayan Sâmî Efendi bilâhere İstanbul'a gelerek Fatih Çifteayak Bahr-ı Sefîd Medresesine devam ederek Hacı Hüseyin Hüsnü Efendi'den ve zamanın allâmesi Hüseyin Necmeddin Pürzetî Efendi'den icâzet almışdır. Bir kısmı matbû bir kısmı da yazma hâlinde duran kıymetli eserleri ilimdeki derecesini göstermeye kâfîdir. Hazret-i Şeyh, dînî ilimlerden başka Kimyâ ve Astronomi ilimlerini de tahsîl etmiş. Hattâ usta bir kimyâger olarak pek çok ilaçlar, terkîbler hazırlamış, lâzım olduğunda bunları imal ederek eşe-dosta, konuya-komşuya ihsân etmişdir.

Sâmî Efendi Hazretleri ilim tahsîlinden sonra, gördüğü bir rüyâ üzerine mürşid aramaya başlamış ve Çanakkale'de mukîm Tarîk-i Uşşâkiyye'den Ahmed Şücâeddin Efendi Hazretlerine intisâb etmiş ve bir müddet bu zâtın terbiyesi altında kalıp seyr u sülûkünü ikmâl etmiş ve kendisinden icâzet almışdır. Meşhûr Sefîne-i Evliyâ'nın müellifi Hüseyin Vassaf Bey, Hazret-i Şeyh'in seyr ü sülûk mâcerâsını bizzat kendi ağzından dinlemiş ve eserine şöylece kaydetmişdir :

Kendi nakillerine nazaran, hadâset-i sinninden beri müdâvim-i zikr olup, bir gece âlem-i ma’nâda Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve selem Efendimiz Hazretlerini rü'yet ile şeref-yâb olarak na’leyn-i şerîfini ihsân buyurduğu günden i'tibâren cezbe ve aşkı galebeye başlayıp bir mürşid taharrîsi sırasında işâret-i Peygamberî ile Çanakkale’de meşâyih-i Uşşâkiyye’den ve Âzâde Hazretleri sülâlesinden Ahmed Şücâeddîn Efendi’nin dâhil-i dâire-i reşâdeti olmuşdur. İlk mülâkâtı şöyle nakl ederler. Ahmed Şücâeddîn Efendi va'z ediyor imiş, hitâm-ı va'zda mülâkî olup elini öpdükte, "Oğlum Sâmî, ma’lûmâtım var, nasîbinizi vermeye ma’nen me’mûrum" buyurup, bey'at vermişdir. Dört sene sülûkda bulunup, Tarîk-i Uşşâkî’den icâze almışlardır. Esnâ-yı icâzetde tâc-ı şerîfin biraz yüksekçe dikilmiş olmasına karşı, şeyhi kabûl buyurup Sâmî Efendi’ye giydirmiştir. Sâmî Efendi, Hazret-i Mısrî’yi rü’yâda görüp, elinden asâsını alır görmesiyle, şeyhi bunu hasen ta'bîr ederek, "Oğlum, ben ümmîyim, senin icâze ismin Niyâzî'dir, tâcın Niyâzî Hazretlerinin tâcı gibi uzunca olmasında beis yoktur. O Hazret'in de uzunca idi" buyurmuşlar imiş.

Hazret-i Şeyh Kasımpaşa'daki Yahyâ Kethüdâ Dergâhı postnişînliğine tayîn edilmiş ve tekkeler kapatılıncaya kadar burada vazîfe yapmışdır. Bu vazîfeden aldığı maaşı hayır hasednâta sarf etmiş, geçimini elinin emeği ile karşılamışdır. Kendisi kimyâgerdir, kazancını misk imâl ederek temin etmişdir. Kimyâyı çok iyi bildiği gibi, ilm-i simyâda da yed-i tûlâ sâhibidir. Bu ilme dâir eserler telif etmiş ancak vefâtına yakın bir tarihde, ehil olmayanların eline geçer endîşesiyle hepsini imhâ etmişdir. Sâmî Efendi Hazretleri, Arapça'ya ve Farsça'ya son derce vâkıdır. Hattâ her iki dilde şiirleri bile vardır. Arapça'ya vukûfiyetini gösteren diğer bir delil de meşhûr Kâfiye isimli kitaba bir şerh yazmış olmasıdır.

Sâmî Efendi Hazretlerinin diğer bir husûsiyyeti de pek çok tarîkden mücâz oluşudur. Hüseyin Vassâf Efendi bu husûsu bizzat kendisinden şu şekilde rivâyet ediyor :

Sâmî Efendi, şeyhine hitâben, "Efendim, dîğer tarîkatlardan da sâhib-i silsile olsam, müsâade buyurulur mu?'" istîzânına cevâben "Salâhî Efendimiz Hazretleri de cem' etmişdir. Esnâ-yı sülûkda olamazdı, ba'de’l-icâze muhayyersin" yolunda müsâadede bulunmalarıyla dîğer tarîklerden de ayrı ayrı mazhar-ı icâze olmuş olduğunu hikâye etdi.

Yine Hüseyin Vassâf Efendi, Hazret-i Şeyh'in icâze aldığı turuk-i aliyye ve meşâyihini şu şekilde beyân ediyor :

1. Nakşibendiyyenin Muhammed Can Kolu : Edirne’de Mihâl Bey Dergâhı şeyhi Ebubekir b. Halîl Efendi
2. Nakşibendiyyenin Behcetiyye Kolu : Hisâr Şeyhi Muhammed Nûrullâh Efendi
3. Kâdiriyyenin Karîbullah Kolu : Mısır meşâyihinden Ebu'l Envâr Feyzüddin Efendi'nin halîfesi Şeyh Hilmi Efendi
4. Kâdiriyyenin Muhyiddin ibn Arabî Kolu : Şeyh Hayrullah Efendi
5. Sa'diyye : Edirneli İsmail Rüşdî Efendi
6. Şa'bâniyye : İzmirli Şeyh Ahmed Efendi
7. Rufâiyye ve Bedeviyye : İzmirli Şeyh Mustafa Hilmî Efendi
8. Gülşeniyye : Edirneli Şeyh Şerefeddin Efendi
9. Şâzeliyye : Şeyh Hayrullah Efendi
10. Düssûkiyye: Şeyh Abdurrahman Kalenderî
11. Mevleviyye : Manisada medfûn merhûm İsmail Çelebi'nin ruhaniyyetlerinden
12. Halvetiyye'nin Uşşâki Kolu : Gelibolulu Ahmed Şücâeddin Efendi

Hazret-i Şeyh, "Küllü't-tarîk tarîki Muhammediyye" düstûrunu kabûl eden yani turuk-ı aliyyenin hepsini hak yol bilen kâmil bir mürşiddir. Nitekim şu nutk-i şerîfinde de bunu dile getirmişdir :

Dîdemiz giryân sînemiz sûzân
Rûhumuz hayrân Halvetîleriz
Cismimiz büryân derdimiz dermân 
Aşkımız burhân Celvetîleriz
Sırr ile seyrân şevk ile devrân
Ederiz her ân Kâdirîleriz
Mahremiz zâre bülbülüz yâre
Hârız ağyâre Rıfâîleriz
Bizdedir halvet yâr ile ülfet
Bulmuşuz vuslat Dussûkîleriz
Zikrimiz esmâ fikr-i müsemmâ 
Seyr-i "ev ednâ" Bedevîleriz
Hakk'ı çün bulduk nûr ile dolduk
Aşkla yoğrulduk Şâzelîleriz
Ölmeden öldük sonra dirildik 
Uçmağa girdik Mevlevîleriz
Hayy ü bâkîyiz Dost müştâkıyız 
Aşka sâkîyiz Nakşîleriz biz
Bizdedir Âdem İse'bni Meryem
Hem ism-i a'zam Bayrâmîleriz
On iki seyrân ideriz her ân
Ma'nâda sultân Vefâîleriz
Âşık-ı cânân mahrem-i irfân
Fakr ile pinhân Bektâşîleriz
Vahdete vâkıf kesreti sârif
Kenz-i ma'ârif Şa'bânîleriz
Sâmî ko halkı ara bul Hakk'ı
Yoludur aşkı Uşşâkîleriz

 

Hazret-i Şeyh'in şu nutk-i şerîfi de tarîkat-ı aliyyenin hakâikini göstermesi bakımından çok kıymetlidir :

Halvetîyem kesretim vahdet ile pinhân olur
Celvetîyem vahdetim kesret ile 'ummân olur

Kâdirîyem sırr-ı kudret sırrıma eyler zuhûr
Nakşibendem nakş-ı kalbim külle yevmin şân olur

Şâzelîyem kim harîm-i hazretin seyyârıyem
Bedevîyem sırr-ı vahdet sırrıma feyzân olur

Hem Rufâ'îyem bana semm-i nüfûs etmez eser
Sırr-ı Bektâşem dilimde on iki seyrân olur

Câmi'-i na't-ı celâl vasf-ı cemâl Bayrâmîyem
Hem Düsûkîyem ki vahdet-i şems-i dil tâbân olur

Sünbülîyem sünbülistân-ı hakîkat nisbetim
Sırrı-ı Şa'bânem ki cezb-i Hakk'a dil mestân olur

Mevlevîyem kim külâh-ı istikâmet lâbisem
Ravza-yı hadrâ-yı dil dil-besteye 'atşân olur

 Feth edüp sırr-ı Sinân ile kal'a kâf-ı kesretden
Şems-i Nûreddîn'de dil şerefinde ufk-ı cân olur

Hep tarîkat sırrını lâbis olur sırrım gehî
Gâh vahdet bahrına gark cümleden 'uryân olur

Almışım bu nisbeti şeyhim Şücâaddîn'den
Nisbet-i kudsiyyesi mecmu'a-i pîrân olur

Cümle pîrân sırrını Sâmî Niyâzî bir bilüp
Pîr-i Uşşâkî'de bul 'aşkı bulan sultân olur

Abdurrahman Sâmî Efendi Hazretleri irşâdını Halvetiyyenin bir şubesi olan Uşşâkiyye usûlune göre yapar. Zor günlerde bile zikir meclislerini küşâd eder. Camilerde yatsı namazından sonra el ayak çekildikten sonra zikir meclislerine devam eder. Kendisine korkup korkmadığı sorulduğunda, "Bize bu vazifeyi şahıslar vermediler ki şahıslar istedi diye terk edelim" der. Tefsîrden hadîse, akâidden edebiyâta kadar pek çok sahada eser veren Sâmî Efendi'nin en önemli eserlerinden birisi de "Evrâdü'l Mukarrabîn" adını verdiği ve haftanın her günü için husûsî olarak tanzîm ettiği evrâdıdır.

Tekkelerin kapatılmasından sonra Sâmî Efendi Hazretleri için zor günler başlamış. Yaşının genç olması, başda İstanbul ve Ege olmak üzere bağlılarının ve sevenlerinin çokluğu, takibi için yeterli bir sebeb olarak görülmüşdür. Menemen hâdisesinde serhalîfesi Bekir Sıdkı Visâlî ile beraber tutuklanırlar. Altı ay tutuklu kaldıkdan sonra berâat etmelerine rağmen artık bir kere mimlenmişlerdir. Hem Şeyh Sâmî Efendi hem de Bekir Sıdkı Efendi hayatlarının sonuna kadar takibât altında tutulmuşlardır. Osmanlı dersiâmı olması hasebiyle kayd-ı hayât şartıyla vâizlik yapabilme hakkı verilmişken, bu hakkı da gasb edilmişdir.

Menemen hâdisesi sırasında cereyân eden ibretlik bir hâdiseyi Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri şöyle anlatmışlardı :

Menemen hâdisesinde mahkeme hâkimlerinden biri Efendi Hazretlerinin mürîdlerinden birinin dâmâdı imiş. O dervîş hâkim olan dâmâdının Efendi Hazretlerine yardımcı olacağını söylemiş. Bir bakıma tesellî vermek istemiş. Mahkeme günü gelmiş, duruşma başlamış. Duruşmada, Efendi Hazretleri kânunlara aykırı hiç bir hareketi olmadığını beyân edince, gûyâ tanıdık olan o hâkim, "Bunları darağacında anlatırsın" demiş. Efendi Hazretleri celâllenerek, "Evlâd! Ulemânın eti zehirlidir, ısıran kelb ölür" buyurmuşlar. Bir müddet sonra suçsuz bulunarak tahliye olunca o mürîdi kendisine geçmiş olsun ziyâretine geldiğinde sormuş, "Efendim, bizim dâmâdın size bir faydası oldu mu?" demiş. Hazret-i Şeyh, kemâl-i nezâketinden dolayı "Evet oldu" dedikden sonra "Kendisi şimdi ne yapıyor, nerede?" diye sormuşlar. "Sizin mahkemenizden üç dört ay sonra barsağında bir yara çıkdı, sizlere ömür oldu Efendim" demesin mi!

Şurası da çok câlib-i dikkatdir ki, Hazret-i Şeyh, Menemen hâdisesinde altı ay kadar haksız yere hapis yatdığı hâlde, Atatürk aleyhinde hiç konuşmamış ve başkalarının da konuşmasına müsaade etmemişler. "Atatürk bu ülkeyi kurtardı, aleyhinde konuşmayın" buyurmuşlar.

Abdurrahman Sami Saruhani Hazretlerinin Kabr-i Şerifi Abdurrahman Sami Saruhani Hazretlerinin Kabr-i ŞerifiAbdurrahman Sami Saruhani Hazretlerinin Kabr-i Şerifi

Hazret-i Şeyh, az sayıda dervîşi ile, vaktinin çoğunu sohbet ve ibâdetle geçirmiş ve nihâyet 1934 senesinde bir gece beklenmedik şekilde vefât etmişdir. Kabr-i Şerîfi Edirnekapı Şehidliğinde Mısır Tarlası olarak isimlendirilen bölümdedir. İrtihâlinden birkaç gün önce kabri hakkında nasıl vasiyyet etdiğini ve ne şekilde vâsıl-ı dîdâr olduklarını, o vakitler pek genç olan son dervîşi, Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri şöyle anlatmışlardı :

Pek sevdiğim ve babam makâmında saydığım üstâdım, hocam, velînimetim Sâmî Saruhânî Hazretleri ile Cuma namazlarından sonra hânelerinde otururduk. Bir gün, yemekden sonra fakîre şöyle buyurdu, "Oğlum, öldüğün zaman nereye defn olunmak isterdin?". Cevâb verdim, "Efendim, nasîb olursa Edirnekapı hâricinde Halebî merhûmun civârında defn olunmağı arzu ederdim. Zîrâ oraya İstanbul âlimlerinden pek çoğu defn olunmuşlardır" dedim. Hazret içini çekerek, "Sakın beni oraya defn etmeyin" buyurdu. "Zîrâ ben hem günahkâr ve hem de ilmen zayıf bir insânım ve kendimi oraya lâyık göremem. Beni Edirnekapı'da Mısır tarlasının kenarına gömüverirsiniz, olur biter". Meğer Hazret, bu sözleriyle bana vasiyyet ediyormuş. Üç gün sonra, yatsı namazını kılarken ve namaz arasında vâsıl-ı dîdâr oldular. Fakîr, o zaman Arapçayı yeni öğrenmeğe başladığımdan, okuduğum âyet-i kerîmelerin ma'nâlarına vâkıf ve âşinâ değildim. Fakat nasıl olduysa bilemiyorum cenâzesinde Sûre-i Fecr'in son âyetlerini okuyuverdim : "Yâ eyyetühe'n-nefsü'l-mutma'inne ircı'î ilâ rabbiki râdiyyeten merdiyyeh, fedhulî fî 'ibâdî vedhulî cennetî". Bugün, ancak bu âyet-i celîlenin ma'nâsını ve Allahu Teâlâ'nın hakkıyle îmân eden kullarını hitâb-ı izzetiyle nasıl taltîf ve tatyîb buyurduğunu, denizlerden bir katre ve güneşden bir zerre mikdarı idrâk ve ihâtâ edebilmekdeyim. Rahmetullahi aleyhi ve rahmeten vâsi'a.

Muzaffer Efendi Hazretleri Hazret-i Şeyh'in vefâtı hakkında da şöyle buyurmuşlardı :

Vefâtları Salıyı Çarşambaya bağlayan gece Yatsı namazında vukû buldu. Sabah erken ilk ben kendilerini ziyârete gitmişdim. Seslendim cevap veren yok, kapı açıkdı, içeri girdim. Efendi Hazretlerini secdede teslîm-i rûh etmiş olarak buldum. Evde kimse yokdu. Bildiğim bütün büyüklerime haber verdim. Bütün defin hizmetlerinde bulundum. Hazret, sık sık secdede uyuyakalırlar, Vâlide Hanım'ın yanına gitmezlerdi. 

Muzaffer Efendi Hazretleri O'nun bazı güzel hasletlerinden de şöyle bahsetmişlerdi :

Adalara gitdiğimiz zaman bana midye kabukları toplatırdı. Onları döver, ezer, çok güzel yanar dönerli tesbîhler yapardı. Pek çok ilaçları kendi yapardı, bendegâna, komşulara eliyle ilaç yapar götürürdü. Çok güzel ney üflerdi. Ne zaman sofra kurulsa dâimâ sofraya bir kişilik fazla kap koyardı. Mutlaka yemeğe birileri gelsin isterdi. Bir müddet beklemeden lokma etmezlerdi. Kimse gelmezse bir müddet bekler, sonra yemeğe başlarlardı. Kapıyı hiç örtmezlerdi. 

Allah şefâatlerine nâil eylesin ve feyzlerinden istifâde edebilmeyi cümlemize nasib ü müyesser eylesin. Âmîn.

 

ESERLERİ

Hazret-i Şeyh'n pek çok eseri vardır. Bu eserlerinden bir kısmı risâle şeklinde, bir kısmı da hacimlidir. Bazı eserleri yayınlanmış, bazıları yazma olarak kalmışdır. Yazma hâlinde kalan eserleri şunlardır :

1. Sırr-ı Tevhîd : Mürîdlerine hitâben yazılmı bir eserdir. 
2. Tefsîru'l-Kur'ân Tenvîrü'l-Beyân : Tefsîr ilmi hakkında Türkçe bir eserdir. Birinci mukaddimede, sûre ve âyetin tarifleri yapılmıştır. İkinci mukaddimede tefsîr ile te'vîl ıstılahları arasındaki farklar dile getirilmiştir. Üçüncü mukaddimede tefsîr ilminin konusu, faydası ve gâyesi işlenmişdir.
3. Hadîs-i Erbaîn : Dört bâbdan müteşekkil kırk hadîs derlemesidir. Birinci bâb, ezel ile ilgili hadisler, beş hadisden ibaretdir. İkinci bâb, ibâdetlerle ilgili hadisler, on altı hadîsden ibaretdir. Üçüncü bâb, muamelata dâir hadîsler, on hadîsden ibaretdir. Dördüncü bâb, "la yezâl" ile alâkalı hadîsler, dokuz hadisdir.
4. Tevcîhü'l-Âyati'l-Muhtelefi'z-Zâhir : Kur'ân'da birbirleriyle çelişiyor gibi görünen âyetlerin nasıl anlaşılması gerekdiğini açıklamakda ve gerçekde Kur'ân ayetleri arasında bir tenâkuz olmadığını göstermekdedir.
5. Düstûr-i Bedi' : İki fasıldan ibaretdir. Yukarıdaki eserinin biraz daha hacimlisidir.
6. Sırrı'l-Kadîr fî İlmi'l-İksîr : Kimya ilmi ile ilgili bir eserdir.
7. Kenzü'l-Âşıkîn : Hazret-i Peygamber'in bazı hadîslerini manzûm bir şekilde beyân etmekdedir.
8. Şerhu'l-Emâlî : Kelam ile ilgili 32 varaklık bir risaledir.
9. Şerhu'l-Kâfiye : İbn Hacib'in "Kâfiye"sinin şerhidir. Nahiv ilmi ile alakalıdır.
10. Fâtiha Sûresi Tefsiri : Bu sûre-i celîlenin tasavvufî bir tefsîridir.

Hazret-i Şeyh'in yayınlanmış olan eserleri de şunlardır :

1. Mi'yâru'l Evliyâ : Kitâb dört ana kısımdan oluşur. Birinci kısım şerîat, ikinci kısım tarîkat, üçüncü kısım hakîkat hakkında olup tasavvuf ve sôfiyye ıstılâhlarının tarif ve açıklamalarını içermekdedir. Dördüncü kısım, marifetullahı avâm, havas ve hâssu'l havassa göre açıklamakdadır.
2. Dîvân : Hazret-i Şeyh, nutk-i şerîflerinde tasavvufun bütün inceliklerini, şiirin bütün imkânlarını kullanarak pek zarîf bir sûretde ifâde etmişdir. Eser, 1980 yılında Şahinler Vakfı tarafından, 2006 yılında da H Yayınları tarafından yeni harflerle yayınlanmışdır. Hazret-i Şeyh'in hemen hemen bütün nutuklarını biz de yayınladık ve bazılarına şerhler de yapdık. Aşağıda bu nutk-i şerîflere âid bağlantıları bulacaksınız.
3. Müntehabât-ı Sâmiyye : Muhtelif konularda derleme bir eserdir.
4. Evrâdü'l Mukarrabîn : Cuma gününden başlamak üzere haftanın yedi gününde mürîdlerce okunacak vird, duâ ve salavât-ı şerîfeleri ihtivâ eder.
5. El-Meslekü's-Sâmiyye Fî Sülûki'n-Nakşiyyeti'l-Behâiyye ve'l-Halvetiyyeti'l-Hüsâmiyye : Nakşî ve Halvetî tarîkatlarına göre sülûkda başlangıçdan itibaren nefsin kat etdiği makâmlar ile bu makâmların anahtarları, âyetlerle ve hadîslerle beyân edilmişdir.
6. Şerh-i Esrâr-i Esmâi'l-Hüsnâ : Esmâ-i Hüsnâ'nın kısaca manaları, kulun bu isimlerden alması gereken hisse, Esmâ-i Hüsna'nın şifâ olduğu hastalıklar beyân edilmişdir.
7. Binâ-yı İslâm : "İslâm beş şey üzerine binâ edilmişdir" hadîsinden yola çıkarak islâmın beş rüknü tafsilatlı olarak anlatılmışdır.
8. Hediyyetü'l-Âşıkîn : Dört bâbdan müteşekkil 36 sayfalık bir eserdir. Birinci bâbda, îmân, islâm ve ehl-i sünnet itikâdı beyân olunmuş, ikinci bâbda, islâmın beş rüknü tasavvufî bir üslûbla açıklanmış, bu rükünleri yerine getirmeyenlere verilecek cezâlar beyân edilmişdir. Üçüncü bâbda, ahlâkın menşei, tarîfi ve çeşitleri îzâh edilmişdir. Dördüncü bâbda, şerîat, tarîkat, feyz, marifet, zikrullahın fazîleti, mürşid-i kâmilin alâmetleri, evlilikde karşılıklı hak ve hukuk gibi meseleler ele alınmışdır.
9. Tuhfetü'l-Uşşâkiyye : Abdullah Salâhaddin Uşşâkî Hazretlerinin Tarîk-i Uşşâkiyyenin usûl ve âdâbına dâir Arapça olarak kaleme aldığı eserin tercümesi olup, Hazret-i Şeyh tarafından bir takım ilâveler yapılarak genişletilmişdir.
10. Nâme-i Muharrem : Kerbelâ Fâciası hakkındadır.
11. Mevlid-i Müctebâ : Resûl-i Ekrem Efendimizin hayâtını, evsâfını ve yüce kadrini beyân eden manzûm bir eserdir.
12. Mir'ât-ı Eyyâm : Günlerin hassalarına dâir bir eserdir.


Hazret-i Şeyh'in eserleri bunlardan ibâret değildir. Evrâd-ı Mukarrabin isimli eserinin kapağında eserlerinin bir listesi verilmişdir. Buna göre elimize ulaşmayan eserleri şunlardır :


1. Şerh-i Nûniyye ed-Dürretü'l-Meknûniyye : Akâidle alâkalı.
2. Kenzü'l-Ârifîn : Tasavvufla alakalı.
3. Risâle-i Hürriyyet
4. Mihveri'l-Ulûm
5. El-Mecâlisü's-Sâmiyye
6. Cevâmiu'l-Kelîm
7. Zübdetü'l-Ulûmü'l-Arabiyye
8. Medâricü's-Sâlikîn ve Meâricü'l-Vâsılîn

HAZRET-İ ŞEYH'İN HAYÂTI ve ESERLERİ HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR 

Hazret-i Şeyh ve eserleri hakkında yapılan çalışmalar şunlardır :

  • Abdurrahmân Sâmî'nin Hayâtı, Eserleri ve Tefsîr-i Fâtiha-i Şerîf Risâlesi : Süleyman Derin tarafından 1993 senesinde hazırlanan yüksek lisans tezidir. Bu teze şu bağlantıdan erişilebilir.
  • Uşşâkîler - Abdurrahmân Sâmî Niyâzî : Salahattin Aydemir tarafından 2005 yılında Çorum'da yayınlanan bu eserde, Hazret-i Şeyh'in hayâtı, eserleri ve menâkıbı anlatılmışdır. Bu eserde Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin Hazret-i Şeyh hakkındaki beyânâtı da bulunmakdadır.
  • 19. Yüzyılda Bir Uşşâkî Şeyhi - Abdurrahmân Sâmî Saruhânî  : Yusra Taner tarafından hazırlanan yüksek lisan tezidir. Bu tezde, Hazret-i Şeyh'in hayâtı ve eserleri hakkında bilgi verildikden sonra, bir takım dînî ve tasavvufî meseleler hakkında Hazret-i Şeyh'in eserlerinden alıntılar yapılmışdır.
  • Uşşâkî'de Bul Aşkı : Naciye Kaya tarafından hazırlanan ve 2016 yılında yayınlanan bu eserde, Hazret-i Şeyh'in Dîvânı, Mevlid, Mir`âtu'l-Eyyam ve Nâme-i Muharrem adındaki risâleleri bir araya getirilmişdir.

sami-saruhani-hz-2 

NUTK-İ ŞERÎFLERİ

Âb-ı sâfî ol seni bâlâ eder ebr-i füyûz

Aç gözün bak mülk-i câne anda cânân görünür

Açup dü dîde-i cânı o mihr-i bî-bahâyı bul

Âdem isen "alleme'l-esmâ" içinde kânı bul

Âdem ma'nâ dünyâ içinde a'zam ismdir esmâ içinde

Âdem olana dâd-ı Hudâ feyz-i kerâmet

Aldatmasın sûret seni sîretde ma'nâ olagör

Aldı âgûşuna hurşîd-i mehâsin-ârâ

Alem-i halk ile Hakk mecmu'a-i kübrâ vücûd

Anla ey cân ne için geldiğini kesrete sen

Âşıkın seyrânıdır firdevs ile tamûda Hû

Âşıkın seyrânıdır firdevs ile tamûda Hû

Âşıkları bîganeler âsûde sanırlar

Âşık oldum tâ ezel bir Yûsuf-i Ken'ân'a ben

Aşk ehli isen durma dermân yoludur bu yol

Aşk hâletiyle dâimâ mestâneyim hayrâneyim

Aşkın ateşiyle dolmuşum dostlar

Aşkını terk eylemez gönlüm perîşân olsa da

Aşkınla mühimm dîvâneleriz

Aşk şarâbı ebedî âşıkı mahmûr eyler

Ayandır cevher-i zât istikâmetle ayârından

Bâb-ı lutfunda gedâyım yâ Resûlallah meded

Bâğ-ı vahdet sünbülistânında bâğbân olmuşuz

Bâtıl demem eşyâyı ızhârın da ızmârın da hak

Bende oldum tâ ezelî bende bulup Sübhân'ımı

Beni meczûb-i dâm-ı hubb-i zâtın eyle yâ Rabbi

Bırakdın âşıkı hicrân nihân oldun ayân iken

Bidâyet nokta-i nûr-i Muhammed mebde'-i ulâ

Bilmez aref sırrın gönül cân mülküne cânân arar

Bî-misâl Allah eder ihsân ihsân üstüne

Bir gönülde olmasa envâr-ı 'aşk-ı Kibriyâ

Bir nigâh-ı merhamet kıl yâdigâr olsun bana

Biz vahdetin mihmânıyız enfüsdedir âfâkımız

Bu aşk bir hâkim-i cândır ne derd-i bî-devâdır bu

Bulmaksa kemâl ilm ile tahsîl-i kemâl et

Bulunmaz vuslat-ı Mevlâ bulanı bulmadan yâhû

Cânlar yanar cânın atar pervânedir Mevlâm sana

Cân u dili hayrân eden nûr-i cemâlindir senin

Cemâl-i Hazret'in şems-i duhâdır yâ Resûlallah

Cemâlin cümleden ecmel şefâ'at yâ Resûlallah

Cemâl-i vahdet-i zâtın senin bî-intihâ deryâ

Cemâl-i zâtını her zerreler i'lân eder Allah

Cemâlullah ile mestân olanda ihtiyâr olmaz

Cemî-i enbiyânın serverisin yâ Resûlallah

Cihâna gelmeden maksûd özünü âdem etmekdir

Cilvegâh-ı Tûr-ı Hakk'ı bulmak istersen eğer

Cismimle her ısyânıma estağfirullahe'l-azîm

Cümle cânân içre cânân bir bana

Çeşme-i iksîr-i aşk-ı Kibiryâ'dır râbıta

Çeşm-i cân-ı âşıka nûr-i cilâsın yâ Huseyn

Çeşmin gibi bahtım dahî hep kâre ne çâre

Çünki mâliksin bu akl-ı cevhere

Çü tevhîdim zuhûr etdi saâdet eyledim îrâs

Darbe-i zikr ile müstağrak olup mevtâlarız

Derdine dermân isteyen gelsin

Derdinde dermânı bulan Lokmân'ı arzular mı hiç

Dervîşlerin amelleri şerî'at-ı Rahmân olur

Devâm et zikr-i Mevlâ'ya hayât-ı câvidânlıkdır

Dîdârını seyreyleyen göz mâsivâ görmez olur

Dîdemiz giryân sînemiz sûzân

Dilersen bahr-i zâtı seyr içün manevî zevrâk

Dilersen bulmağa bâb-ı rızâda sermedî pür feyz

Dilersen zât-ı Hakk'ı çek elin dünyâ vü ukbâdan

Dilersen zât-ı Hakk'ı kıl taleb âdemden ey tâlib

Dinle ey zâhirperest zarfdan murâd mazrûf imiş

Dostlar oldum dîvâne ben âşıkım Sübhân'e Mevlâ'ye

Dü cihânın mülkünü ta'mîr için mürşidiz

Dünyâ ile ukbâyı hiç yere sayan yok mu

Dünyâya dalma encâmı hasret

Eğer cânân ise kasdın ser ü cândan ümîdin kes

Ehl-i derd-i nâtüvâna var mı sıhhatden lezîz

Elâ ey mefhar-i âlem sana kevn ü mekân âşık

Elif Allah'a derim âmentü billah dâimâ

Erdikçe vasl-ı zâta her cânibim yüz oldu

Erişir vuslata dil zikr ile tenvîr olsa

Etdi beni aşkın bugün mestâneler mestânesi

Evvel ezel Vâfî Hudâ etmekde eltâfı Hudâ

Ey âşık-ı Hakk Allah de âh et

Ey Azîz ü Nâsır Allah ey Hakîm ü Kâdir Allah

Ey bütün âlemlere sultân Muhammed Mustafâ

Ey cemâl-i bî-misâl mihrâbına nûr-i mübîn

Ey gönül bezm-i ezel va'dini gel eyle vefâ

Ey kamer tâ-be-seher aşk ile bîdarsın niçin

Ey merd-i meydân-ı hakîkat ver haber ankâ nedir

Ey nûr-i hüviyyet bize sultânım efendim

Ey pâdişeh-i milk-i ebed nûr-i mukaddem

Ey şeh-i mülk-i nübüvvetde habîb-i ezelî

Ey vuslata tâlib olan şartın akdemidir mürşid

Ezel mahbûb-i Sübhânî Muhammed'dir Muhammed'dir

Ferd-i yektâdır celle celâluh

Feyz-i kuds-i zât-ı Hakk'a tâlib ol insân isen

Gam-ı dilsûz-i aşkdan puhtegânız zârımız yokdur

Garaz Hakk yolunda rızâdır rızâ

Garîk-i aşk-ı Hakk bilmez dalâletden malâletden

Gelin âşıklar devrân edelim

Gencîne olan diller vîrânedir âlemde

Gezme beyhûde sivâda eyle Sübhân'ı taleb

Gir tarîk-i aşk-ı Hakk'a evvelâ ol tâibûn

Görenler âfet-i hüsnün derûnundan figân ister

Gül-i bostân-ı ledünden al elif bâ tâ vü sâ

Hakîkat mazhar-ı envâr-ı kudretdir Cenâb-ı Gavs

Hâk-i pâye arz-ı hâl etmek ne hâcet yâ Resûl

Hakk'dan seni dûr eyleyen cümle hicâbındır nefs

Hakk vahdetine eşyâ burhâna gelirler hep

Hakk yoluna giren kullar makbûlü

Halkdan çekdim özümü Hakk'ın aşkından yâ hû

Halvetîyem kesretim vahdet ile pinhân olur

Hayâl-i mâh-medârınla gönül dâim münevverdir

Hazret-i pîrân yolu Hakk'a gider kâfile

Her dü cihâne bîgâne âşık

Her kim ki diler eyleye tebyîn-i hakîkat

Her nefesde aşk ile giryân olup Allah derim

Her tecellî Zât-ı Hakk'ın zerre yok hâşâ abes

Hudâ'yı zikreder her ne vâr ise kuru ile yâş

Huzûru bulmadan sôfî eylersin tâatı heyhât

Hüsn-i sır mehpâresi cânımdan etmez iftirâk

Iskât edemez kâmili halk mertebesinden

İhâta etdi kevni mu'cizâtın yâ Resûlallah

İster isen ref'-i nikâb varlık ile olmaz nasîb

İster isen vasl-u Hudâ gel mürşide gel mürşide

İşitdim nefha-i sûru dirildi cümle-i mevtâ

Kâinâta hep velînimetdir Âl-i Mustafâ

Kalbi cilâ et âyine olsun

Kasdın ise Hakk Nûru Ola Kalbe İsâle

Kevser verilir Hakk'dan içdin mi şarâbı sen

Kim bulur cânâneyi aslında mi'râc etmeden

Kitâb-ı kâinâtdan akseden fermâna ol sâmi'

Kudûmunla bulundu Hakk visâli yâ Resûlallah

Lutfunda kahrında enîsim Allah

Mahrem-i gencîne-i vuslat bilinmek istemez

Ma'nâ-yı besmele ebrûyine mâşâallah

Mâsivâya sarf edüp eyyâmını etme telef

Mazhar-ı cem'-i cemâl Hazret-i bü'l-'alemeyn

Mecnûn olan meftûn olan her gördüğün Leylâ görür

Meftûn olanlar sen mihr-i tâbe minnet eder mi hiç âfitâbe

Mensûb-i huzûr olmağa gerçi amelim yok

Mest-i aşkın reh-i sahrâya düşer döne döne

Meyveli olan ağacı yaprakla dalı gösterir

Mihr-i hüsnün tâlib-i irfâna bir nâtık kitâb

Muhabbet bezmine dil ver perîşân olmak istersen

Muhabbet eyledi Mevlâ biline kenz-i lâ yefnâ

Muhabbetle bakan gözler ne noksan ne kusur görmez

Muharremdir tecellîgâh-ı Mevlâ

Nâil olmaz vuslata ma'nâda dil olmadıkça aşkına üftâde dil

Nâr-ı kübrâdır hakîkat âşıka ihrâk-ı aşk

Nefsin idrâk etmeyen irfânı bilmez kandedir

Nesl-i nebevî Seyyid Ahmed-i Bedevî'dir

Ne şândır Allah Allah âşikâr olan cemâlinde

Neye etsem nazar şâhım gönül hep sendedir sende

Nûr-i vahdet şemsini sîretde a'mâ görmedi

Nûr-i tevhîd ile pâk et kalbini eyle debbâğ

Ol Müste'ân Rabbi'r-Rahîm Allah Mu'în Allah Kerîm

On sekiz bin âlemi izhâr eden Rabb-i Celîl

Peyrevin olmaya gaflet-güzer-i eyyâmın

Pür kâr bismillahirrahmânirrahîm

Riyâz-ı vahdeti îmâ eder bir gül müdür âlem

Rütbe-i süflâyı geç kurbiyyet-i a'lâya gel

Sâliki idlâl eder mürşidi noksân olsa

Sana hep bendedir cümle halâyık yâ Resûlallah

Sanma gelen bu âleme insân gelir insân gider

Sayd u bend oldu meğer bir şâh-ı hûbâne gönül

Senin nûrunla fetholdu bidâyet yâ Resûlallah

Senin aşkınla ey mâhım gönül hep ağlamak ister

Seninle buldu âlemler kıyâmı yâ Resûlallah

Seyyidü'l-kevneyn Muhammed âlemin sultânına

Sivâya meyl ü rağbetden kulûb-i asfiyâ mahfûz

Subha-i hubb-i sivâdan bulmak istersen halâs

Sûretâ sugrâ vücûdun cümle ekvân sendedir

Şem'-i cemâlin nûruna pervâne geldim tâ ezel

Şems-i nûr-i ezel imkânla mümted görünür

Şems-i zâta tâ ezelden âşinâdır gönlümüz

Şems-i zât imkâna salmış nûr-i esmâdan hutût

Şuhûdun kul hüvallah âyetidir yâ Resûlallah

Tâ ezel bir lâ-misâl şâne te'abbüd etmişem

Tâ ezel ma'şûk edindim Hazret-i Allah'ı ben

Tâ ezelden rûh-i kudse nûr-i Subhân'dır edeb

Tâlibâ gezme sivâda nokta-i irşâda gel

Tâlibâ vuslat dilersen âleme bîgâne ol

Tarîk-i aşk-ı Hakk bânî benim pîrim Hüsâmeddîn

Tavrımız etvâr-ı Hakk'dır sırrımız îkân-ı Hû

Tecellî etse sâlikde semâ-yı fıtrat-ı tevhîd

Tecellîgâh-ı lâhûti mutâf-ı âşıkândır bu

Tecellî sırrına âgâh eder envâr-ı mahviyyet

Tecelliyâta dilde nûr-i tevhîdden cilâ ister

Temevvüc etdi zâhir oldu imkân-ı vahdetin nûru

Üftâde dilim şikar oldu

Üftâdegân-ı aşka bir ân olur mu râhat

Vahdet gül-i gülzârının dîvânesi mecnûnuyam

Vâris-i Sıddîk-i hâss Hazret-i Şâh-ı Nakşibend

Vech-i Hakk'ı hep mezâhirde temâşâ kılmışız

Vech-i pâkin dilde etdim beyt-i Rahmân ittihaz

Velâyet imâmı Ali'dir Ali

Vîrâne gönül ancak hüsnünle olur ta'mîr

Yâ delîle'l-halki bi hakki'l-mübîn

Yanar âteşlere hisseylemez pervâne-i aşkın

Yâ Rabb beni vahdet-i kübrâya erişdir

Yâ Resûlallah zuhûrunla zuhûr-i kâinât

Yazılmış âyet-i hüsnünde nûr ile elif-lâm-mîm

Zât-ı Hakk'dan yeyz-i zâtî-yi Hudâ'dır râbıta

Zâtına fânî olup er sırr-ı beytullah budur

Zevk-i aşk meczûbu buldu âlem içre âlemi

Zikr-i Hakk vâsıtadır âlem-i bâlâya sana

Zikr ile âyine-veş her kim ki oldu sîne-saf