Muzaffer Efendi Hazretlerinin üçüncü mürşidi ve selefi Fahreddin Efendi Hazretleri, 8 Eylül 1885 târihinde Pîr Nûreddin Cerrâhî Tekkesinde dünyâya gelmişdir. Kendileri, bu dergâhın on yedinci postnişîni Rızâeddin Yaşar Efendi'nin oğlu, on beşinci postnişîni Abdülazîz Zihni Efendi'nin torunudur. Vâlide-i muhteremeleri, Tarîk-i Rifâiyye meşâyihinden, Uzunçarşı Kethüdâsı Hacı İsmail Efendi'nin kızı Şerîfe Emîne Memnûne Hanım'dır.
Fahreddin Efendi Hazretleri önce Canfedâ Kethüdâ Hatun Mektebi'nde Şeyh Hâfız Kemâl Efendi'den Kur'ân-ı Kerîm talîm etmiş, sonra Nişanca Câmii yakınlarındaki Hadîkatü'l-Me'ârif Rüşdiyesi'ne devâm etmişdir. Bir tarafdan da Mihrimah Sultan Câmisi imâmı ve Fâtih Câmii dersiâmlarından Hâfız Fâzıl Efendi'den Arapça okumuşdur. Bu sıralarda devrin meşhur hattatlarından Bakkal Ârif Efendi'den sülüs ve nesih hatlarını meşk etmişdir. Yine çok genç yaşlarında devrin meşhûr sôfîlerinden Abdülkâdir Belhî Hazretlerinin bendegânından, Gülzâr-ı Hakîkat isimli eserin müellifi Fazlullah Rahîmî'den Farsça dersleri almışdır. Sonraki yıllarda Eyüp Sultan'da bulunan Özbekler Dergâhı Şeyhi Akîl Maksum Efendi'den Mesnevî-i Şerîf ile Hâfız Dîvânı'nı okumuşdur.
Fahreddin Efendi Hazretleri, kundağı dergâhda çözülen zevâtdan olduğu için, tarîkat terbiyesini daha çocuk yaşlarda iken almış, ilk mürşidi dergâhın o zamanki postnişîni amcası Yahyâ Gâlib Efendi olmuşdur. Amcasını vefâtından sonra babasından feyz alan Fahreddin Efendi, seyr u sülûkünü kısa bir müddetde ikmâl ederek daha on dokuz yaşında iken hilâfete lâyık görülmüşdür.
O vakitler dergâhlar açık ve İstanbul hâricinde de pek çok Cerrâhî dergâhı vardır. Bir ara babası ona Üsküp'deki Cerrâhî dergâhında bir vazîfe verir, orada bir müddet vekâleten şeyhlik yapar. Üsküp'den döndükden sonra da İstanbul'da Hâcegî Tekkesinde bir müddet şeyhlik yapmışdır. Sonra bir müddet de Üsküdar'daki Kapıağası tekkesinde şeyhlik yapmışdır. Bu vazîfesine ilâve olarak, Salı günleri Kumrulu Mescid'de, Çarşamba günleri de Karagöz Tekkesinde âyîn-i şerîf icrâ etmişdir.
Fahreddin Efendi Hazretleri, 1913 senesinde babası Hakk'a yürüyünce, Âsitâne'ye şeyh olmuşdur. Askerliğini Birinci Dünya Savaşı esnâsında Edirne'de yapmış, askerlik vazîfesini icrâ ettiği bu günlerde Sertarikzâde Salı Tekkesi şeyhi Seyyid Ali Ziyâeddin Efendi, yedi ay boyunca, Pîr Nûreddîn Cerrâhî Âsitânesi'nde kendisine vekâlet etmişdir.
Hazret-i Şeyh 1925 senesinde tekkeler kapatıldığında Âsitâne'den ayrılmamış, kayd-ı hayat şartıyla fahrî türbedârlık vazîfesini üstlenmiş ve tekkenin harem kısmında etmişdir. Tekkenin mülkiyetini kendi üzerine alabilecekken, bunu kasden yapmamış, sonradan mîrâs yoluyla, bu ocağın nâ-ehil kimselerin eline geçmesine engel olmak için, mülkiyetin Vakıflar'a geçmesini temîn etmişdir
Fahreddîn Efendi Hazretleri, Âsitâne'de postnişîn olduğu süre içerisinde hem dergâhda hem de Türbe-i Şerîf'de bir takım ta'mîrat ve yenilikler yapmışdır. 1918 ve 1920 senelerinde yapılan tamirat çalışmalarından sonra tekkelerin kapatılması sebebiyle dergâh ve türbe uzun müddet bakımsız kalmış, 1945 senesine gelindiğine tekke iyice harâb olmaya yüz tutmuş, Efendi Hazretleri bendegânından ve bazı hayır sâhiblerinden gelen yardımlarla inşaata başlamış, Türbe binâsını büyük ölçüde yenilemişdir. Hazret-i Şeyh bu tamir için şu beyitle tarih düşürmüşdür :
Erişdi himmet-i Pîr'in sana Fahrî dedin târih
Yapıldı Âsitân-ı Pîr Nûreddîn-i Cerrâhî
1959 senesinde türbenin bir tarafı tamir edilirken Fahreddîn Efendi Hazretleri, bir oda yaptırmış, kabrinin orada olmasını istemişdir. Kabri kazılınca, semâhâne temel duvarlarında pek seyrek bulunan hava bacalarından biri tam kabrin başucu tarafına gelmiş, kabrin başucuna gelen o kırmızı künkün boşluğundan bakıldığında Hazret-i Pîr Efendimizin kabrinin duvarı görülmüşdür. Fahreddîn Efendi Hazretleri, bu hâdise üzerine gözyaşlarını tutamamış ve şu beyti yazıp bir şişe içerisinde bu boşluğun içerisine bırakmışdır :
Revzen-i dâğı açmadan bu sîneye
Gülşen-i aşkı temâşadır garaz
Fahreddin Efendi Hazretleri, defnedilmek üzere vasiyet etdiği bu odada, yedi sen kadar, yaz-kış demeden ibâdetle ve zikrullahla meşgûl olmuşdur. Hazret-i Şeyh, "Cennet Oda" tabir edilen müstakbel kabri üstünde her gece teheccüd namazı kılmış, virdini okmuş ve saatlerce zikrullah ile meşgûl olmuşdur. Sabah namazından sonra da zikre devâm ederler, Kur`ân okumayı da hiç ihmâl etmezlermiş. Efendi Hazretlerinin kendi kabrinde geçirdiği bu uzun vakitler hayret ve tecessüs uyandırırmış. Dergâh'ın şerbethânesinde oturan Ali Bey isminde bir zât bir gün Fahreddîn Efendi'ye : "Efendiciğim, bana, sen öldüğün gün seni şuraya gömeceğiz deseler, benim ödüm patlar. Bakıyorum da siz her gün kabrinizin üzerinde saatlerce oturuyorsunuz, hiç korkmuyor musunuz?" diye suâl edince Fahreddîn Efendi Hazretleri tebessüm ederek, "Hayâtımın en tatlı vakitlerini ben kabrim üzerinde otururken geçiriyorum" buyurmuşlardır.
Hazret-i Şeyh, 1966 senesinde hastalanmış, meydân-ı zikrullaha gelemez olmuş, meydânı halîfesi Muzaffer Efendi Hazretlerine bırakmışdır. Sekiz ay kadar süren bir rahatsızlıkdan sonra, 16 Kasım 1966 tarihinde Hakk'a yürümüşdür. O gün ikindiden sonra bir müjde aldığını söylemiş. Müjdenin ne olduğu sorulunca, "Biraz müsâade edin, söyleyeceğim" demiş. O gece saat on civarında âlem-i bekâya irtihâl buyurmuşlardır. Cenâze namazı 18 Kasım 1966 Cuma günü Fâtih Cami-i Şerîfinde edâ edilmiş ve dergâha getirilerek cennet odaya defnolunmuşdur. Halefi Muzaffer Efendi Hazretleri, irtihâline şu beyt ile târih düşürmüşdür :
Makâm-ı firdevs-i a'lâda civâr-ı Mustafâ
Hazret-i Şeyh'in husûsiyyetlerinden de biraz bahsedelim. Kendisi Osmanlı terbiyesinde yetişmiş, son derece disiplinli, intizamlı, titiz, nazîf, zarîf bir zât idiler. Efendi Hazretleri son derece güler yüzlü, tatlı sözlü ve hoşsohbet idiler. Hitâbetleri kuvvetli, aynı zamanda nüktedan idiler. Son derece merhametli ve şefkatli idiler. Nitekim maddî imkansızlıklara rağmen iki sâhibsiz kız çocuğunu küçük yaşdan evlad edinip, evlendirinceye kadar öz kızları gibi alakadar olmuşlardır. Dervîşânı ile de evladları gibi ilgilenmişler, tıpkı müşfik bir baba gibi, onlara kol kanat germişlerdir.
Efendi Hazretlerinin diğer bir husûsiyyeti de, bir zamanlar çok kıymet verilen bir sanat olan, târih düşürme sanatında çok mâhir olmalarıdır. İrticâlen pek çok târih düşürmüşlerdir.
Hazret-i Şeyh'in bir başka husûsiyyeti de rüyâ tabirinde yektâ olmalarıdır. Rüyâ tabir etdirmek için dört bir tarafdan kendilerine müracaat edildiğini ve tabir etdiği rüyaların birebir gerçekleşdiğini yakînen biliyoruz. Efendi Hazretlerinin bazı rüyâ tabirlerini aşağıdaki yazılar arasında bulacaksınız.
Efendi Hazretlerinin hattatlığı da vardır, pek çok yazı yazmışlar, sevdiklerine hediye etmişlerdir.
Efendi Hazretlerinin diğer bir meziyeti de duâhânlığıdır. Vaktin îcâbına, günün ma'nâ ve ehemmiyyetine göre yapdığı dualar pek kıymetlidir. Üstelik bütün bu duâları irticâlen yani hiç hazırlıksız yaparlardı. Bu duâların bir kısmı tesbît olunmuşdur. Onlardan bazılarını ses kaydı olarak yayınladık.
Efendi Hazretlerinin yazılı eserleri de vardır. En büyük eseri hiç şübhesiz, Envâr-ı Hazret-i Pîr Nûreddin Cerrâhî ve Tabakât-ı Cerrâhiyye başlıklı dev eseridir. Bu hacimli eserin yarısı tarîkatın adâb ve usûlü hakkında, diğer yarısı da Hazret-i Pîr'den başlayarak kendisine kadar gelen postnişîn hazerâtının hayâtı ve menâkıbına dâirdir. Bu eser yüksek linsans tezi olarak hazırlanmışdı. Biz de gerekli izni alarak, şurada paylaşmışdık.
Hazret-i Şeyh'in diğer eserleri, kitapçık şeklinde olup daha çok tarîkat usûl ve âdâbına âid eserlerdir. Bunlardan biri Suâlnâme, diğer Tarîfât'dır.
Ey zebân-ı pîrimiz fahr-ı Fahrimiz
Sırr-ı ma‘rifetde ma‘nâ bahrimiz
Hazret-i Fahreddîn Kevser sâkîmiz
Gönlümüz o nûrun mübtelâsıdır
Tevhîd etsin dilimiz
Pâk olsun hem kalbimiz
Sırlar görsün gözümüz
Lâ ilâhe illallâh
Dervişler tevhîd eder
Kalbinin pasın siler
Erenler yolun güder
Lâ ilâhe illallâh
Tevhîd îman tapusu
Gider nârın korkusu
Açar cennet kapusu
Lâ ilâhe illallâh
Münkire kulak asmaz
Tehdîdinden hiç korkmaz
Dervîş devrânsız durmaz
Lâ ilâhe illallâh
Nûreddîn'in yolunda
Fahrî her an kapunda
Gece gündüz dilinde
Lâ ilâhe illallâh
****
Tâ devr-i Âdem'den yüz sürüp geldim
Dergâhına senin pîrim Nûreddîn
Düşüp eşiğine hoş niyâz kıldım
Dergâhına senin pîrim Nûreddîn
Asrının kutbu erenler eri
Sırr-ı hakîkatin kenz-i ma'deni
Armağan etmişim can ile seri
Dergâhına senin pîrim Nûreddîn
Dervişlerin çoktur kalû belîden
Zerre dûr olmazlar râh-ı Alî'den
Gönül bend eyledim tâ ezelîden
Dergâhına senin pîrim Nûreddîn
Düşeliden beri gönlüme sevdâ
Âh u zâr eylerim her subh u mesâ
Oldu cânım şimdi bülbül-i şeydâ
Dergâhına senin pîrim Nûreddîn
Pîrim Cerrâhî'nin tutmuşum elin
Kesseler başımı terk etmem yolun
Aşk u niyâz eyler bu Fahrî kulun
Dergâhına senin pîrim Nûreddîn
****
Mîsâk ile girdik yola
Cerrâhîler derler bize
Niyâzımız kabûl ola
Cerrâhîler derler bize
Şerîattır akvâlimiz
Tarîkattır ef'âlimiz
Hakîkattir ahvâlimiz
Cerrâhîler derler bize
Âdâb ile usûlümüz
İrfân ile sülûkumuz
Nûreddîn bizim pîrimiz
Cerrâhîler derler bize
Âlemi tuttu şu'lemiz
Rızâ dileriz cümlemiz
Tabakat eri pîrimiz
Cerrâhîler derler bize
Cihân oldu hayrân sana
Cânım kurban olsun sana
İhsân eyle pîrim bana
Cerrâhîler derler bize
Tarîkına tahlîf oldum
Meydânında başım koydum
Rehberimsin sana uydum
Cerrâhîler derler bize
Tevhîd ile ihvânımız
Harc ederiz hep vârımız
Fahrî böyledir yolumuz
Cerrâhîler derler bize
*****
Dost bahçesinin gülleri
Cerrâhîler derler bize
Pîr evinin bülbülleri
Cerrâhîler derler bize
Her dem baharda ilimiz
Açılır nâre gülümüz
Demler döker şol dilimiz
Cerrâhîler derler bize
Gece gündüz cünbüşleri
Hakk'ı zikretmek işleri
Pîr Nûreddîn dervişleri
Cerrâhîler derler bize
Giyerler şal libâsını
Silerler gönül pâsını
Duy Fahrî'nin nidâsını
Cerrâhîler derler bize
****
Tehî sanma bu meydânı Ka'be-i âşıkândır bu
Sulûku ikmâl için sâliklere ne hoş makâmdır bu
Nice züvvâr nice uşşâk gelir her tarafdan
Nasîbince olur irşâd mahall-i feyzyâbdır bu
Sulûkunda kusûr etme darılıp da koyub gitme
Oku dersin sakın yatma kamu derde devâdır bu
Hazer kıl endâmına asla bu nefsin hîlesi çokdur
Ayak berk et cebîn olma mahall-i imtihândır bu
Eyâ sâlik çalış durma sakın dergâhdan ayrılma
Senin nefsin sana âgâh eden hoşnümâdır bu
Çekersin gerçi çok zahmet edince seyrini ikmâl
Sana derler o dem gel gör sarây-ı ârifândır bu
Nureddin Cerrâhî o şâhımdır bu yolda Pîr
Açıp râh-ı sulûku gösteren sırr-ı Hudâ'dır bu
Sulûkunu katı merdâne ikmâl eden erler
Görür sırrı âşikâre gelir nur-i Hudâ'dır bu
Yedi başlı bir ejderhâ senin nefsin sana düşman
Onu mahvetmeye tevhîd Hudâ'dan zülfikârdır bu
Dûr-i zarâfetle bu yolun remzini Fahrî'den hiç sorma
Denilmez keşfedilmez sırr-ı mi'râc-ı Resûldür bu
Ara bul o erkânı girip öğren bu devrânı
Geçe gör cümle etvârı hicâb-ı gâfilândır bu
Bu dergâhı güzel gözle nefsinden geç rûhun besle
Gayret etdim tecdîdine cânımdan bergüzârdır bu
Kemâl-i aşk u şevk ile edince zikr ü devrânı
Unutmayın bu Fahrî'yi size benden bir recâdır bu
HÂTIRÂT VE MENÂKIB
Sandukasına Yazılacak Yazı Hakkında Vasiyyeti
Hüseyin Sîret Bey Meşhûr Na'tını Nasıl Yazdı?
Fahreddin Efendi Hazretlerinin Bir Muharrem Meclisindeki Duâsı
Fahreddin Efendi Hazretlerinin Bir Duâsı
Hakkında Yazılan Nutuklar ve Târih Manzûmeleri
Fahreddin Efendi Hazretlerinin Muabbirliği ve Bazı Rüyâ Ta'bîrleri
|